Pek çoğumuz için sosyal medyaya giriş, şüphesiz Facebook’la
başlamıştır. Sadece tanıdığımız insanlarla arkadaş olmaktan ibaret olan, daha
adının sosyal medya olduğundan bile habersiz olduğumuz bu platforma sonradan Twitter
denen, öncelikle rumuzlarla kullanılmaya başlayan bir mecra daha eklendi…
Sosyal medyada var olmanın amacı bu olmasa da, bambaşka bir
dünya vardı “rumuzlular” için burada. İçlerindeki kini, öfkeyi kusuyorlardı
hakaret ederek, dalga geçerek, küçümseyerek. Sonra sosyal medya daha da cesur
olmaya başladı. Rumuzlar yerini gerçek isimlilere bıraktı ya da rumuzluların sahici
fotoğrafları oldu. Hangi rumuz kimin bilir olduk, artık saklanmak yoktu. Dünyaca
ünlü sanatçılar, başbakanlar, cumhurbaşkanları dahi hesap açıp tweet atmaya
başladı. Onlara cevap vermek, laf sokmak ayrı bir cesaret göstergesi oldu
çıktı.
Adında “sosyal” özünde asosyallik olan bu yolun nereye doğru
gittiğini Facebook’un kurucusu Mark Zuckenberg ‘in
bile öngörebiliyor olduğunu sanmam. Asosyal medya, Twitter, Instagram, Periscope,
Snapchat ile hızla büyüyor. “Yerini hiçbir şey tutamaz” dediğiniz uygulamalar
rafa kalkıyor. Bu aralar en popüleri, en hızlı büyüyeni Instagram dersem yanlış
olmaz sanırım.
Instagram deyince ilk aklıma gelen aslında “instagram
hayatlar”. İnsanlar Facebook’la başlayan ve nispeten sınırlı arkadaş çevrelerini
genişletme fırsatı buldular. Ama konu arkadaşlıktan hayranlığa, hayranlıktan
düşmanlığa dönüştü. Çocuğunu kaybeden bir anneye “hak etmişsin!” diyecek kadar
kötüleşti kalpler. Doktor olmadığı halde doktormuş gibi tavsiye verenler, psikolog
olmadığı halde psikolog kimliği ile yol gösterenler derken, hayalinizde hep
olmak istediğiniz kimliğe bürünmeniz için bir yol açtı bu tip platformlar. Acaba
en başında, sadece Facebook varken, yalan söylemek bu kadar kolay mıydı?
Bu “aşırı” vakaların ötesinde, normal hayatlarını yaşayan
bizlere ne oldu peki? Hayatımızda sosyal medya yokken “çok kitap okuyorum, aynı
zamanda hem okuyor hem kahvemi içiyorum!” hallerimiz veya “çocuğumu
Disneyland’a götürdüm oh sefam olsun”larımız yoktu. Kahveli kitap fotoğrafı
hariç diğerlerini yapan bir anneye dönüştüğümü itiraf edeyim! Nasıl girdim bu
sarmala, uzun zamandır üzerinde
düşünüyorum… Sanki hafta sonu arkadaşlarımla gittiğim akşam yemeğinin
fotoğrafını sosyal medyaya koymazsam, birileri ‘’ot gibi yaşıyor’’ mu diyecek?
Ya da çocuklarımı parka götürdüğümde bir fotoğraf koymazsam, ‘’ay çocuklarını parka
bile götürmüyor!’’ diye mi görüneceğim? Vakti zamanında pencereden kafasını
uzatıp apartmana kim kimimle girmiş, kim kime ne demiş takip eden Meraklı
Müzeyyen’den ne farkı kaldı bu sosyal medyanın?
Sanırım sorunun kaynağı, sosyal medya’nın hepimizin üzerinde
bir baskı
oluşturması. 34 beden mankenleri takip edip kendi fotoğrafınızı hiç koyamıyor
olabilirsiniz, belki de bu sebeple depresyona girdiniz! Herkes başarılı, herkes
güzel, herkes zengin, herkesin eşiyle ilişkisi harika, her çocuk çok zeki ve
çok havalı…
Gerçekten buna inanıyor musunuz? Sosyal medyanın oluşturduğu
baskıya girenlerden mi yoksa girmeyenlerden misiniz? “Bir fotoğraf
paylaşmalıyım, yoksa unutulurum” diye düşünüyorsanız, akıllı telefonunuzu sadece
şunları yapmak için kullanmaya çalışın derim:
-
Sevdiklerinizi telefonla aramak…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder