24 Mayıs 2017 Çarşamba

Sosyal medyada var olmanın dayanılmaz ağırlığı


Pek çoğumuz için sosyal medyaya giriş, şüphesiz Facebook’la başlamıştır. Sadece tanıdığımız insanlarla arkadaş olmaktan ibaret olan, daha adının sosyal medya olduğundan bile habersiz olduğumuz bu platforma sonradan Twitter denen, öncelikle rumuzlarla kullanılmaya başlayan bir mecra daha eklendi…

Sosyal medyada var olmanın amacı bu olmasa da, bambaşka bir dünya vardı “rumuzlular” için burada. İçlerindeki kini, öfkeyi kusuyorlardı hakaret ederek, dalga geçerek, küçümseyerek. Sonra sosyal medya daha da cesur olmaya başladı. Rumuzlar yerini gerçek isimlilere bıraktı ya da rumuzluların sahici fotoğrafları oldu. Hangi rumuz kimin bilir olduk, artık saklanmak yoktu. Dünyaca ünlü sanatçılar, başbakanlar, cumhurbaşkanları dahi hesap açıp tweet atmaya başladı. Onlara cevap vermek, laf sokmak ayrı bir cesaret göstergesi oldu çıktı.

Adında “sosyal” özünde asosyallik olan bu yolun nereye doğru gittiğini Facebook’un kurucusu Mark Zuckenberg ‘in bile öngörebiliyor olduğunu sanmam. Asosyal medya, Twitter, Instagram, Periscope, Snapchat ile hızla büyüyor. “Yerini hiçbir şey tutamaz” dediğiniz uygulamalar rafa kalkıyor. Bu aralar en popüleri, en hızlı büyüyeni Instagram dersem yanlış olmaz sanırım.

Instagram deyince ilk aklıma gelen aslında “instagram hayatlar”. İnsanlar Facebook’la başlayan ve nispeten sınırlı arkadaş çevrelerini genişletme fırsatı buldular. Ama konu arkadaşlıktan hayranlığa, hayranlıktan düşmanlığa dönüştü. Çocuğunu kaybeden bir anneye “hak etmişsin!” diyecek kadar kötüleşti kalpler. Doktor olmadığı halde doktormuş gibi tavsiye verenler, psikolog olmadığı halde psikolog kimliği ile yol gösterenler derken, hayalinizde hep olmak istediğiniz kimliğe bürünmeniz için bir yol açtı bu tip platformlar. Acaba en başında, sadece Facebook varken, yalan söylemek bu kadar kolay mıydı?

Bu “aşırı” vakaların ötesinde, normal hayatlarını yaşayan bizlere ne oldu peki? Hayatımızda sosyal medya yokken “çok kitap okuyorum, aynı zamanda hem okuyor hem kahvemi içiyorum!” hallerimiz veya “çocuğumu Disneyland’a götürdüm oh sefam olsun”larımız yoktu. Kahveli kitap fotoğrafı hariç diğerlerini yapan bir anneye dönüştüğümü itiraf edeyim! Nasıl girdim bu sarmala, uzun zamandır üzerinde  düşünüyorum… Sanki hafta sonu arkadaşlarımla gittiğim akşam yemeğinin fotoğrafını sosyal medyaya koymazsam, birileri ‘’ot gibi yaşıyor’’ mu diyecek? Ya da çocuklarımı parka götürdüğümde bir fotoğraf koymazsam, ‘’ay çocuklarını parka bile götürmüyor!’’ diye mi görüneceğim? Vakti zamanında pencereden kafasını uzatıp apartmana kim kimimle girmiş, kim kime ne demiş takip eden Meraklı Müzeyyen’den ne farkı kaldı bu sosyal medyanın?

Sanırım sorunun kaynağı, sosyal medya’nın hepimizin üzerinde bir baskı oluşturması. 34 beden mankenleri takip edip kendi fotoğrafınızı hiç koyamıyor olabilirsiniz, belki de bu sebeple depresyona girdiniz! Herkes başarılı, herkes güzel, herkes zengin, herkesin eşiyle ilişkisi harika, her çocuk çok zeki ve çok havalı…

Gerçekten buna inanıyor musunuz? Sosyal medyanın oluşturduğu baskıya girenlerden mi yoksa girmeyenlerden misiniz? “Bir fotoğraf paylaşmalıyım, yoksa unutulurum” diye düşünüyorsanız, akıllı telefonunuzu sadece şunları yapmak için kullanmaya çalışın derim:

-          Sesli kitap dinlemek (bknz. seslenen kitap uygulaması),
-          Youtube videoları izlemek (bknz. youtube uygulaması),
-          Bir kitap/hikaye yazmak (bknz. wattpad uygulaması)
-          Sevdiklerinizi telefonla aramak…


 Bu yazı alternatifanne.com 'da yayınlanmıştır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sosyal medyada var olmanın dayanılmaz ağırlığı

Pek çoğumuz için sosyal medyaya giriş, şüphesiz Facebook’la başlamıştır. Sadece tanıdığımız insanlarla arkadaş olmaktan ibaret olan, da...