21 Kasım 2013 Perşembe

Organik Ürünler (Anne Bebek Dergisi ve Ekofit Organizasyonu)



Ekofit ve Anne Bebek dergisinin ortak düzenlediği bir toplantıya katıldım, geçen haftalarda.

Önce Diyetisyen Gizem Şeber çocuk beslenmesi ve çocuk beslenmesinde dikkat edilecek konulara değindi. Çağımızın vebası OBEZİTE’den bahsetti. Bildiğimin ötesinde yaygın olduğunu öğrendim ve inanamadım! Üzerine 1-2 gün önce çocuk doktorumuzun da obeziteye karşı önlem almak gerektiğine dair konuşması, tuz biber oldu! (Ek bilgi: her türlü meyve suyu (kandaki şekeri aniden yükselttiğinden) Efe ve Cemre için yasaklandı! Siz de cocuklarınıza içirmeyin! Meyvenin kendisini yesinler mümkünse)

Obezite Nedir?
Obezite günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin en önemli sağlık sorunları arasında yer almaktadır. Obezite genel olarak bedenin yağ kütlesinin yağsız kütleye oranının aşırı artması sonucu boy uzunluğuna göre vücut ağırlığının arzu edilen düzeyin üstüne çıkmasıdır. 

Diyetisyen Gizem hanım, şekerli gıdaların çocuk beslenmesinde yer almasının sakıncaları ve şekerin ‘öğrenilmiş’ bir gıda türü olmasından bahsetti ki düşününce gerçekten hak verdim. 1 yaşındaki kızıma cicibebe gibi tatlı besinleri verdiğim ve diğer tatlıları tattırdığım için çok büyük pişmanlık duydum. Şekeri sadece doğal meyvelerden alması gerekiyor oysa ki.

Obezite ile mücadele için hem fastfooddan hem de şekerli tatlardan uzak durmak gerekiyor. Şekeri doğal yoldan, meyve ve sebzelerden almak en doğrusu. Kızartma ve ağır yağlı, baharatlı yemekler de yedirmemek lazım tabi çocuklara. 6.aydan önce ek besinlere başlamak da alerji riskini artırdığından bu konuya da Gizem Hanım dikkat çekti. 

Ekofit  Türkiye’deki ilk organik market ve cafe’sini açarak Organik Gıda işine başlamış. Kurucusu Ferda Oran, Yüksek Gıda Mühendisi. Yurt içindeki ve yurt dışındaki iş tecrübelerinden yola çıkarak iyi bir araştırma ve büyük bir özverinin sonucunda kurmuş bu firmayı. Bir gıda mühendisinin ağzından ‘organik tarım’, ‘iyi tarım’ ve ‘adil ticaret’in ne olduğunu dinlemek, organik ürünler için sadece ‘pahalı!’ yaftasını yapıştırmanın büyük bir haksızlık olduğunu gösterdi bana.

Öncelikle Organik Gıda Nedir;
Yetiştirilmesinde ve işlenmesinde, genetik mühendisliğin, yapay ve benzeri gübrelerin, böcek ilaçlarının, yabani ot ve mantar öldürücü ilaçlarının, büyütme düzenleyicilerinin, hormonların, antibiyotiklerin , koruyucuların , renklendiricilerin, katkı maddelerinin, kimyasal kaplama ve parlatıcı maddelerinin ve kimyasal ambalaj malzemelerinin kullanılmadığı gıda maddeleridir. Organik gıdalar, bitkisel ve hayvansal gıdaları içerir.

Evde pişirdiğimiz her şeyin ‘organik’ olduğunu söyleriz sohbet aralarında. 'Ayol tamamen organik kek bu, evde yaptım! Bırak da yesin çocuklar''a geldi mi mevzu, zararından çok yararı vardır o kekin:) Yemek yaparken yemeklerimize kimyasal madde veya herhangi bir katkı maddesi koymuyoruz elbette.  Ama ya kullandığımız malzemeler? İçlerindeki kimyasal maddeleri unutmamak lazım.

Ferda hanım çok güzel bir bilgi verdi; herhangi bir ürün satın alınırken, arkasındaki ‘içindekiler’ kısmına baktığınızda ilk sırada yazan madde, ürünün içinde en çok bulunan madde imiş! Mesela, bir çikolatanın içinde en çok bulunan, dolayısıyla ilk sırada yazan madde, ‘kakao’ olması gerekirken ‘şeker’ ise bu üründen korkmak lazım demek ki diyor.

‘Ürün içeriklerine baktığımda, bir gıda mühendisi olarak, ben bile ne olduğunu anlamıyorum çoğu zaman’ diyor Ferda hanım. Bu işin korkutucu yanı zaten. Artık ben de diğer kısımları anlamasam da, ilk sırada yazana mutlaka bakıyorum!

Trans yağ ise fastfoodların hepsinde ve en çok tercih edilen gıda ürünlerinin içinde bulunan bir yağ. Ve o kadar sakıncalı bir yağ ki! ‘Sakıncalı’dan kastın ne olduğunu yine çok güzel ifade etti Ferda Hanım, araba motor yağı içmek kadar zararlı!’. Durumun vehametini varın siz düşünün.

İçinde ‘trans yağ yoktur’ YAZMAYAN tüm ürünlerin içinde demek ki trans yağ var?! sonucu çıkıyor buradan. Olmasa zaten mutlaka yazarlar ambalajlarına değil mi?..

Çok bilmek de iyi mi kötü mü inanın ben bilemedim!..

Organik ürünlerle tanışmamın en büyük avantajı; gönül rahatlığıyla çocuklarıma reçel yedirebileceğimi öğrenmem oldu. İçinde şeker olmayan bir REÇEL düşünebiliyor musunuz? Hepimiz evde mutlaka reçel yapmışızdır yada annelerimiz yapmıştır en azından. 1 kg meyveye 1 kg şeker koyarız!? Meyve zaten kaynaya kaynaya ölüyor? Kaldı geriye: sadece şeker!

Ekofitin getirdiği reçellerde ise HİÇ ŞEKER YOK! Çünkü reçeller sadece meyve püresinden elde ediliyor ve şeker yerine elma suyu kullanılıyor. Bir küçük kavanoz reçelin içinde tam 5 kg meyve var! Tatları ise inanılmaz güzel!

Reklam yasağım yok, koydum fotosunu da işte:)

Ekofit'in cikolata ve kendinden diyet krakerlerinden ise daha bahsetmiyorum bile. Her şey organik ve çook lezzetli.. KINOA ise yeni öğrendiğim bir tahıl türü, buğday gibi. GLUTENSİZ! Ve kendinden diyet bir ürün. Lezzeti ise mısır, bulgur karışımı:) Yeni lezzetler tatmayı cok severim, tam benlik bu! Kinoa'yı yakında sadece tahıl olarak da getireceklermiş Türkiye'ye. Kısır'ını deneriz artık:P bakalım nasıl olacak:)

Nutella, sarelle, şokella vs'ye rakip bir fındık kreması ürünleri de var, benim gibi nutella müptelası olanlar için:P Cemre şimdiden nocciolata'cı oldu bile:)

Makro center'lar, carrefour'lar, yetkili bazı marketler ve yakında Migros'larda da satılacakmış.

www.ekofit.com.tr 

(daha detaylı bilgi almak isteyenler için)

Bir ara bizler gibi sosyal annelerle de organizasyon yapmışlardı, yine benzer bir organizasyon yapmaları dileğiyle diyeyim:)

Anne Bebek Dergisine ve Ekofit'e kendi adıma cok teşekkür ederim. 

Sevgiler,

1 Kasım 2013 Cuma

Kardeş geliyooor !!


Önceki yazı: Kardeş Şart!


Bir kardeş yapmak şu an bizlerin şartlari icin çok zor görünse de önce var olan düzeni şöyle değistirmek ve şunlara dikkat etmekte fayda var. Ben başıma gelenlerden tecrübeliyim, işinize yarar belki bu yazıklarım;

-Öye bir sistem kurun ki bu çark siz olmadan da dönsün! Ne demek istediğimi okudukça anlayacaksınız..

-İlk çocuğunuza çok düşkünsünüz her şeyini ben yapayım, aman bensiz uyumaz, aman bensiz yemek yemez! Demeyin. Bundan vazgeçin. Bu altın kural!

-ilk çocuğu babaya devredin yavaş yavaş... Babayla bütün gününü geçirebilecek duruma gelsin, babası ona her öğününü yedirebilsin (çok önemli), çişini-kakasını yaptırabilsin, altını temizleyebilsin..vs

 -Mümkünse hamile kalmadan önce veya siz hamileyken, her haftasonu 1 kez babayla dışarı çıksınlar. Alışverişe, parka, tiyatroya, ekmek almaya..

-Babanın yanı sıra anane, babaanne, diğer akrabalardan kim varsa yakınınızda 1-2 saat de olsa orada tek kalabilsin. Haftada hatta ayda 1 bile olsa. Oyuncaklarını götürün oraya, orası bir oyun atölyesi gibi olsun. Her defasında oraya koşarak gitsin.

-Tiyatro yaşı geldiyse yine baba veya yakınlarla gitmeye alışsın. 3 yaş dediğine bakmayın gişelerde 2,5 yaştan itibaren götürmeyi deneyebilirsiniz. Bunların hepsine başlarda siz de katilin gerekiyorsa ama sonra turlu bahanelerle 3. kişi olmaktan çıkın ve artık bu tur aktivitelere siz katılmayın.

-Çocuğunuzla birlikte tek başiniza yaptığınız aktivitelerinize düzenli devam edin elbette; resim yapmak, kitap okumak, oyun oynamak. Bunları bebek doğduktan sonra da yapacaksınız tabi.

-Özellikle gece çocuğunuzu uyutma ve gece uyandığında onu oyalama vs kısımları MUTLAKA babaya devredin. Çünkü bebek dünyaya geldiğinde resmen sizin koynunuzda yaşayacak bir müddet.

-İlk çocuğunuzu doğurduğunuzda yaptığınız her şeyi hatırlayın; günde 7-8 kez alt değiştirme, 2’şer saat arayla emzirme, devamlı kucakta gaz sancısı için gezdirme, masaj yapma, yıkama, yağlama vs vs her şeyin %90’ini siz yapıyordunuz. Simdi de bunları siz yapacaksınız. Haliyle ilk çocuğunuza ayıracağınız çook az vaktiniz kalacak.

-Azıcık boş vaktiniz kaldığında belki uyumak, dinlenmek veya sıcak bir duş yapmak isteyeceksiniz. Bu zamanlarda büyük çocuğu birinin verimli bir şekilde oyalaması lazım.

-İşin kötü yanı; her ne yaparsanız yapın, ilk çocuk büyük bir şoka girmiş olacak. Ve kim oyalamak isterse istesin, hep sizi isteyecek. Kimse sizin yerinizi dolduramayacak aslında. Size düşkünse bu düşkünlüğü kat be artıp, sizi kaybetme korkusuna dönüşecek. Onu her zaman çok sevdiğinizi ve artık büyük bir aile olduğunuzu, ona olan sevginizin hiç değişmeyeceğini hatta daha da arttığını anlatı ona.

-ilk çocuğunuz kaç yaşında olursa olsun bir saltanatı var. Bugüne kadar her sohbette onun adı geçmiş, herkes onu görmeye gelmiş, her şey ona alınmış vs ama artık başka birinden bahsediliyor??

-Kıskanması çok doğal bir tepki. Sadece sizin bu kriz yonetimini doğru yapmanız gerekiyor. Eğer buna haliniz yoksa tepkileriniz daha da sertleşir ve ilk çocuğun 'benim yerime başka çocuk aldılar' düşüncesi kendince daha da pekişir.

-İlk çocuğu devredebildiğiniz kadar başka birine devredin tabi. Ama biz bunu ne yazık ki başaramadık. Bebeğim ne emzik alıyor, ne de oğlumla dışarı çıktığımda, eve sağıp bıraktığım sütü biberonla içiyordu. Ancak max. 1 saatlik park kaçamakları yapıyorduk oğlumla ve tabi bu ona hiç yetmiyorduL

-Oğlumu her gece ben yatırıyordum, gece kabus gördüğünde de yine ben ilgileniyordum. Bebek doğduktan sonra bebeği emzirirken bu tür şeylerin hiçbirini yapamaz oldum. İlk günler gece yarısı oğlum ‘annem gelsin!!’ diye ciyak ciyak ağlarken, bebeğim de ‘ingaaaa memee!’ diye nefesi kesilene kadar ağlıyordu içerde.

-Oğlum kucağıma gelip bana öyle bir sarılıyordu ki onu kucağımdan indirip salonda krize giren bebeğime süt vermeye gitmem imkânsızlaşıyordu. Vatoz gibi yapışıyordu Efe bana:) Nasıl sımsıkı bir sarılma size anlatamam. Biberon ve emzik almayan bebeğe yapacak bir şey olmadığından, mecburen oğlumu ağlarken odada (babayla, babaanneyle) bırakıp, salonda kızımı emziriyordum. Oğlum öyle ağlıyordu ki içerdeL  o zamanlar üzüldüğüm kadar hiçbir zaman üzülmeyeyim inşallah.

-Babayla uyumaya alışkın olsaydı oğlum, ben kızımı emzirirken hiçbir şeyin farkında olmadan babayla uykuya devam ederdi.

-Eğer yaşı geldiyse bebek doğmadan çocuğun kreşe başlaması da çok önemli! Hem bebek geldi beni kapı dışarı ettiler diye düşünmesin hem de siz bütün gün bebekle ilgilenirken, ikinci planda kalmasın çocuk diye.

-Ben oğlum kreşe giderse çok hastalanır ve eve (bebeğe) çok hastalık getirir diye korktuğumdan onu bebek öncesi kreşe vermedim. Ama ne oldu, bebeğim daha 45 günlükken grip oldu ve grip bronşiolite döndü! Kreşe göndermeyeyim, eve hastalık gelmesin diye boşuna dert etmişim! Bir şekilde hastalık eve giriyor. Kasım ayı tam da hastalıkların başladığı ay zaten.

-Kreşe vermeyi ertelememin bir diğer sebebi de, evde bizimle yaşayan (1,5 senelik) bakıcı ablamızla oğlumun iyi anlaşması ve onunla harika vakit geçirmesiydi. Ama akraba olmayan birine bu kadar güvenmek de en büyük hatam idi! Her ne kadar ablası varken hala oğlum odaya dan diye girip bebeğin emmesini engellese ve bebeği uyurken uyandırsa da; ablasının bebek daha 1 aylık bile olmadan  gidişi (kaçışı), oğlumu çok sarstı!

-Kardeş gelmek üzereyken hayatınızda büyük değişiklikler yapmayın! Yeni bakıcı, yeni ev vs vs! ASLA! (Ama bebek odasını hamileyken hazırlayın, cünkü büyük çocuk henüz bir şey anlamıyor. Ama onun odasını, yatağını vs kardeşe vermeyin. Biz şöyle yaptık. Oğluma güzel bir yatak aldık. Yeni yatagı koyabilmek için eski yatagını diğer odaya kaldırdık mecburen. Sonra diğer odayı kızıma oda yaptık, yavas yavas)

-Bebeğim 4 aylıkken, oğlumu kreşe verdim. Önce günde 1-2 saat birlikte gitmeye başladık. Her sabah süt sağıyor, kızıma bırakıyordum. Annem, kayınvalidem 1,5 ay her gün bana taşındılar. Sağmaya sağıyordum ama içiyor muydu? Belki 1 yemek kaşığı kadar anca. 2 saat aç karnına beni bekliyordu kızım. Verilen her şeyi de reddediyorduL

-Neyse 1,5 ay oğlumla kreşe gidip geldim. Ve oğlum orda bir birey sayıldığı için o kadar onore oldu ki. Çünkü evde hep ‘Cemre’nin abisi’ idi.Devamlı ikinci plandaydı, yapacak bir şey yoktu. Cemre'yi yokedemezdim:) Okula her sabah gittiğinde ‘Günaydın Efe’ diyorlardı ona, Efe (ki hiç cevap vermeyen bir çocuktur), ‘Günaydın!’ diyordu gülümseyerek.

-Vesselam 1 sene oldu! Oğlum 4 yaşına girmek üzere, kızım 1 ay sonra 1 yaşına girecek. Oğlum kreşini hala çok seviyor! Geç de olsa bizi  kurtaran ve her şeyi yoluna sokmamızı sağlayan  kreşimizdi. Oğluma ve bana gösterdikleri ilgi ve alakadan dolayı onların hakkını ödeyemem.

-(Teşekkür kısmı bu kısmıJ) Diğer yandan her zaman yanımda olarak elinden geleni fazlasıyla yapan babamız,  sonra kayınvalidem, annem her şeyi yoluna sokan onlardı. Hiçbirinin hakkını ödeyemem.

Bizim hikayemiz böyle. Hala kıskançlık krizlerimiz oluyor ne yalan söyleyeyim ama bizler bunun olağan olduğunu farkettikçe ki bunu farketmemiz 1 seneyi buldu:P başetmemiz daha da kolaylaşıyor ve gitgide daha da kolaylaşacak.

Ben ettim siz etmeyin diye tecrübelerimi paylaştım. İşinize yarayan kısmı varsa alın, kendinize uyarlayınJ Umarım her şey sizler için çok daha kolay ve güzel olur.


Dualarım sizinle:P


Kardeş şart! (her zorluğa rağmen)


Çoğumuzun kardeşi var. Öyle değil mi? Eskilerin yaşam tarzı daha müsaitmiş çok çocuklu olmaya. Zaman kötü değilmiş bu kadar ya da herkes kötülüklerden bu kadar haberdar değilmiş belki de?:)  Çocuklar akşamın körüne kadar dışarda oynasa bile, anneler aman nerede bu çocuk telaşına kapılmazmış. Abiler , ablalar anne-babalık ederlermiş tabi kendilerinden küçüklere. Kimsenin gözü ondan arkada kalmazmış bence. 'Oğlum Ayşe'yi görürsen söyle de eve gelsin' bir çagrı atmak gibi bir şeymiş o donemde. 'Ayşeee annen seni çağırıyoo!’ da sesli mesaj:)

Çalışan anne sayısı da azdı tabi, anneler birbirleriyle arkadaştan öte akraba gibi olurdu (hatırlıyorum). Mahalle aralarında, kaldırımlarda, varsa bahçede, bir bankın üzerinde oturulur; 'çay koydum komşu hadi gelin',  'börek açtım seninkinler sever' şeklinde bir o komşuyla bir bu komşuyla günler geçer, ‘hadi benim bey geliyor’ diyerekten sonlanırmış muhabbetler,şimdinin ‘hadi öptm bye’ı.

Şimdi çoğu anne çalışıyor. Çocuklara ya ananeler ya babaanneler yada bakıcılar bakıyor . Kimse kimseye gitmiyor. Parkta sözleşip buluşmayı teklif etmek dahi tuhafina gidiyor insanların? Herkes 'ben kendim yaparım!' telaşında. Kimse hayati, aslında zorlukları da paylaşmak istemiyor. Belki vakit bulamıyor, belki birbirine güvenmiyor..

Geç anne-baba oluyoruz artık ondan mıdır bilinmez.. Bir tane çocuğum var onun da her şeyini ben yaparım! telaşına giriyoruz. Hem çocuk hem kariyer yapmak için yırtınıyoruz, illa ki tek başına yapmış olalım her şeyi!

Psikolojik olarak hicbir problemimiz yok %99’umuzun, ama sanki çocuğumuz ilerde psikopat olacakmış gibi aman ne yapsak da bu çocuğu kurtarsak! paniğiyle, pedagog pedagog dolaşıyoruz (en başta ben:)). Aslında bir dert ortağı arıyoruz kendimize bana göre. Şimdi çimlerin üzerine oturup, elimde 1 avuç çekirdekle ‘kardeş kıskançlığı’ problemimi çimlere yatırsaydım komşularımla, ne bende ne de çocuklarda dert mert kalmazdı:)

Pedagog para karşılığı yarenlik ediyor aslında bize. Çünkü hepimiz o kadar yalnızlaşıyoruz ki. Bir tarafta ‘amaan çok abartıyorsun! Bizim zamanımızda şöyleydi böyleydi! biz 3 çocuk büyüttük..’ diyen anane ve babaanneler ki arada o kadar çok jenerasyon farklı var ki bizlerle empati yapamamaları çok normal. Ama nasıl bir çocukla konuşurken çömeliyor ve onun boyutlarına (seviyesine) inmeye çalışıyorsak, büyükler de bizlerin seviyesine inse, ‘ben her şeyi biliyorum sen bana sorsana aa yavrum!’ ahkamından kurtulsa, belki kuşak farkı vs çok sorun olmayıp onlarla da bir nevi arkadaşlık yapılabilecek.

Biz anneler (şu anki nesil) her şeyi tek başıma yaparım ve çok okurum, her sorunu bilim ve araştırmayla çözerim kafa yapısındayız. Tecrübeye kulak vermemizi sağlamak, kafamıza vura vura yapılacak iş değil. Ah keşke büyüklerin blogları olsa da okusak… o zaman daha çok dinlenir olur sözleri !:)

Bizler duygusal açıdan, şimdiki çocuklar gibi, pamuklara sarmalanmadık tamam, ama biz sokakta oynarken annemiz ilerdeki bankta komşuyla sohbet ediyorsa bile bu sarılmak gibi bir şeydi o zamanlar. İçimizde bahçede oynarken bir anda ‘annem nerdeee!!!’ diye hıçkırıklara boğulan olduğunu hiç sanmıyorum:) Yaşımız çok ufaktı ama tek başımıza yapardık birçok şeyi.

Şimdi öpe koklaya, kucakta gezdire gezdire kaba motorları gelişmiyor çocuklarin :) ve farkettiniz mi bilmem ama çocuklar anneye (bize) bağımlı hale geliyor. Tek başına odasında oynayan çocuk sayısı artık yok denecek kadar az (küçük yaşlardan bahsediyorum). Bu yazdıklarımın hepsini en başta ben yapıyorum/yapmıyorum, ordan biliyorum. İğneyi önce kendime sonra başkasına batırıyorum merak etmeyin.

Arkadaşlarıyla evde oynama şansı yok yeni nesil çocukların, kimse kimseye gitmiyor artık. Üst komşumun 3.çocuğu olacak yakında, ortancanın (erkek 4,5 yaşında) oğlumla yaşları çok yakın. Kadına biraz yardımcı olmak ve hem de kendi oğluma, komşunun oğluyla birlikte oynayabilmesi için ortam yaratmak adına çok çabaladım. Kadın selam vermeyi bile kesti diyebilirim, beni görmezden gelmeye başladı:)

Herkesin ihtiyac analizi farkli demek, benim oğlum bütün gün evde kalsın (parka bile çikmıyor bahsi geçen çocuk bu arada), bebek gelince de 2.planda kalırsa kalsın ne olacak diyor belki, belki de benim aklıma gelmeyen çok daha şahane çözümleri var! Bilemem tabi.

Neyse diyecegim odur ki, asil simdi kardeş yapma zamanidir! Çocuklarımiz yapayalnız büyüyecek yoksa aa dostlar demedi demeyin!

Bloğumun facebook sayfasına 2 çocuklu hayatın zorluklarıyla ilgili yazılar yazıyorum görüyorsunuzdur... ‘Aa seni okudukça 2.yi yapmaktan vazgeçiyorum’ diyenler vazgeçmesin diye yazdım bu uzun yazıyı. Umarım faideli olur:) Yukarıda yazdığım her şeyi hesap edipte mi 2. çocuğu yaptım? Tabi ki hayır. Biz 3 kardeşiz. Bir ablam ve bir erkek kardeşim var. Kardeşliği yaşadığım ve bunun ne muhteşem bir şey olduğunu bildiğim için böyle rahat ahkam kesiyorum.

Bizim gibi çalişan (benimki gibi home office bir iş de olsa) veya çalışmayan bir anne de olsanız; bin hatta onbin parcaya bölümek gerekiyor; hem 2 cocuk.. hem evin hem eşin idaresi.. hem iş hem güç… vs Ama biz kadınlar çok özel yaratıklarız. Hepsinin üstesinden geliriz. Aksi olsa erkekler de doğururdu!:P ve şaka bir yana bizler bu hayatta bugün varız yarin yokuz. Benim şahsi kanaatim bir kardeşi olursa yanında insanin, her sendelediğinde diğeri onu ayağa kaldırır. Birbirlerine kızsalar da bağırıp çağirsalar da ertesi gün yine hiçbir şey olmamış gibi konuşurlar birbirleriyle. En acımasız eleştirileri birbirlerine yaparlar ama dışarıda yine en çok birbirlerini kollarlar.

‘Ama odamdan çıksın annee!’ derler yıllarca ama asla birbirlerinin hayatlarından çıkmak istemezler kardeşler:)


Lafi getirecegim yer şurasiydi o kadar uzattim ki; 

Bir kardeş yapmak şu an bizlerin şartlari icin çok zor görünse de önce var olan düzeni şöyle değiştirmekte fayda var;

AYRI BİR BAŞLIK OLARAK YAZACAGIM BU KISMI (ÇOK UZUN OLDU BU YAZI:)



Bknz. KARDEŞ GELİYOR! yazısı 



Sosyal medyada var olmanın dayanılmaz ağırlığı

Pek çoğumuz için sosyal medyaya giriş, şüphesiz Facebook’la başlamıştır. Sadece tanıdığımız insanlarla arkadaş olmaktan ibaret olan, da...